Laiklik devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil  akla ve bilime dayandırılmasıdır. 
Laiklik, dinin doğru uygulanabilmesinin teminatıdır!..

O; tarih boyunca hakkında elli bine yakın kitap, yüz binlerce makale yazılmış tek Türk’tür!..

Tarihe Dair Notlar
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam69
Toplam Ziyaret162339
Özgemin ardından 1 yıl.../Bilge Altun

Bugün melek kızım Özgemi toprağa vermemizin birinci yılı...

Bugün hissettiklerim o günden veya bir ertesi günden farklı değil. Kor bir ateş kalbimin üzerinde, ağır ve derin yangınını nadir gülüşlerim bile azaltmıyor...

Gözlerimin ağlarken acıyabileceğini öğrendim kızımdan sonra. Gözler, kalp kadar acırmış feci biçimde. Boğaza düğümlenen sözler; kalp, göz ve ruhun kahroluşuyla korkunç bir yanışa bırakırmış kendisini, öğrendim...

Onunla geçirdiğim her anım ne kadar değerliymiş, bunu bir kez daha öğrendim...

Kıyamazdım kızıma her anne gibi. Onu her kucağıma aldığımda öpmeye doyamadığım yüzünü izlerdim... Uzun, kıvır kıvır kirpikleri mutlulukla kapanır, tek yanağını ikiye bölen gamzesi iyice derinleşirdi. Öyle mutlu, öyle huzurlu gülümserdi ki hep böyle kalsın isterdim...

Kalamadı....

Onu her hatırladığımda, gözlerimin önüne gelen tek görüntüsü bu. Yazık ki artık sadece hatıralarımda...

Sınavdasın derlerdi onunla yaşadığım zamanlar için. Bunu hiçbir zaman anlayamadım. Engelli bir evlada sahip olmak nasıl sınav olabilirdi? Evladın engellisi, sağlıklısı yoktu ki...

Yoğun bakıma girdiğinde ilk kez anladım sınavın ne olduğunu. En yakınlarıma bile tam olarak güvenemeden bıraktığım kısa anlarda koşa koşa evime döndüğümde öpmeye, sarılmaya doyamazdım...

Fakat bir gün... Bir gün geldi, hiç tanımadığım insanlar, kızımı aldı kucağımdan ve ona dokunmadan, koklamadan sadece beş dakika görebilirsin dediler. İşte sınav bu dedim o zaman. Evlat hasretiyle yanan bir anneye evladına dokunma demek, ne ağır bir sınavdı...

Yoğun bakımda kaldığı tam on beş gün evladıma iyi bakıyorlar mı, acaba o iğneleri, serumları takarken canını acıtıyorlar mı, karnı doyuyor mu, beni özlüyor mu, bensiz kaldığı için ağlıyor mu düşüncesiyle sadece beş dakika göreceğim umuduyla geçmek bilmeyen yirmi dört saatler, işte en büyük sınavdı... İçimde hep bir umut, yavruma yeniden kavuşabilmenin büyük özlemi içinde ettiğim dualarım...

23 Haziran 2015 sabahı, 09.20'de aradılar beni. Telefondaki ses:“Başımız sağ olsun, Özge'yi kaybettik...” dedi...

“Kaybetmek ne demek?” dedim o an. Beynimde büyük bir uğultu, “Kaybetmek, Özgem, kızım, yavrum, güzel uzun kirpikleri, gamzeli yüzü, kaybetmek...” Dudaklarım titreyerek sordum: “Nasıl, kaybetmek ne demek, kızım, kaybetmek ne demek, nasıl olur, söyleyin?” “Çok üzgünüm..” dedi telefondaki ses. “Üzgün... Üzülmek, kaybetmek...” Nasıl evden çıktığımı bilemedim o andan sonra...

Yoğun bakımda kaldığı sürelerde yanına giderken sürekli gökyüzüne bakardım. Gökyüzünde bulutlar, “Oraya mı gidecek yavrumu kaybedersem...” derdim. Gitmesin diye gözyaşı dökerdim. “Gökyüzü uzak, ben ona oradayken dokunamam ki...”

Gökyüzüne baktım yine gözyaşlarım sel olurken, “Oraya gitme dedim, gitme! Şimdi nasıl dokunacağım o güzel yüzüne, nasıl koklayacağım saçlarını...”

Hastaneye gittiğimde morga indirmişlerdi kızımı. Görmek istedim yüzünü. Pembe beyaz tenine, bir daha hiç açılmayacak olan gözlerine, o güzel kirpiklerine, bir daha asla göremeyeceğim gamzelerine... Oradaydı hepsi ama kızım, varlığım, yaşama ümidim artık orada yoktu...

Kısa süre içinde geldi cenaze aracı. Araca bindiğimde arkada bir tabut, o tabuttaki benim kızım, aklımda ise tek bir düşünce: “Birazdan bu kabustan uyanacağım, orada Özgem yok ki...”

Vardı...

Dönüp dönüp baktım tabutuna, benim güzel yavrum oradaydı... Bir an “Şükür ki bu arabadayım” dedim. “Kızımı kimselere emanet edemem ki...”

İndirdiler araçtan gasılhaneye geldiğimizde. Hiç tanımadığım iki kadın teneşire yatırdı kızımı. Gözlerine şampuan kaçmasın diye kapattığım gözlerini kapatmadan yıkamaya başladılar, içim yandı...

Kalbine baktım, ya yanlışlık varsa, ya atıyorsa diye... Teninin üzerinden bile atışını gördüğüm kalbi, hiç kıpırdamıyordu... Bir yanda yavrum üzülmesin diye akmamasına uğraştığım gözyaşlarım, diğer yanda “Kabul et!” diye bağıran içimdeki o tiz çığlık...

Biliyor, fakat kabullenemediğim bir gerçek avaz avaz bağırıyordu; “O artık yok!..”

Kefenine sarmadan önce son kez su döktüm bedenine. Yüzüne, saçlarına dokundum. Öptüm usulca, yeniden gülümsemesini umarak... Olmadı.... Olamadı...

Dakikalar sonra defnettik kızımı....

Cenazeye, eve gelenler, arayanlar her birinin boğazı düğüm düğüm, benimse gözlerimin önünde kızımın pembe beyaz gülümseyen yüzü...

Herkes gittikten sonra uyumaya çalıştım... Evde kızımın olmadığı 15 gün boyunca gelecek, kızım evine dönecek umutlarının ardından 16. gün, yanımdaki varlığının bir daha olmayacağını bilmek... Kucağıma aldığımda başını koyduğu sol omzumda varlığını hissedememek...

Elim sürekli sol omzundaydı o gece. Başım, onu bir kez daha hissedeceğim umuduyla elime yaslı...

Gözümü ayıramıyordum gökyüzünden. O gece yine bulutlar vardı. Her bulutun adın Özge, dokunamadığım ama var olduğunu bildiğim evladım...

O gece ve sonraki geceler tek bir umuda yandı yüreğim: Rüyalarıma gelse, bana sıkıca sarılsa, gidişiyle boşalan göğsümü yeniden doldursa...

Günler sonra geldi rüyama... Bana sıkıca sarıldı. O güzel elleriyle yüzümü okşadı. Yüzü gülümsüyordu. Gamzelerine, dalgalı siyah saçlarına, yüzüne bakmaya, öpmeye doyamadım...

Sabah uyandığımda sanki daha bir rahatlamıştım... Çünkü biliyordum artık; yavrum orada çok mutluydu...

Günler, haftalar, aylar geçti... Rüyalarda buluştuğumuz anlar tek umudum oldu...

Kızımın ardından ayrıldım İstanbul'dan. Zor da olsa kitabımı bitirdim, hayata yeniden tutunmaya çalıştım. Fakat hiçbir şey eskisi gibi olmadı...

Sonunda Psikaytr'a gittim birkaç kez...

Güçlü durmaya çalışıp dilimin söyleyemediklerini, bir zaman sonra bedenim söylenerek cevap vermeye başladı; Sıvı alımında zorluk çekmeye başladım... Güçlü bir kalp çarpıntısı, su gibi basit içecekleri bile yutamama hissi beni oldukça zorladı...

Şimdilerde daha iyiyim... Yaşadığı sürece hayatımın tek öznesiydi Özgem. Şimdi de hiçbir şey değişmedi. Her adımımı Özgem benimle daha çok gurur duymalı düşüncesiyle atıyorum...

Ne kadar zor olsa da kızıma söz verdiğim gibi her zaman çok daha iyi olmaya çalışacağım...

Bugün 23 Haziran 2016...

Birkaç gün önce, bir yakınıma, “23 Haziran'da Özgemin 1. yılı doluyor...” dedim. “1 yıldır onsuzum...”

“Hayır,” dedi bana. “Özge'nin sonsuz bir cennete doğduğu gün o gün. Doğum gününü anacaksın, ölümünü değil...”

Bu düşünce içime oldukça su serpti... Bu dünyada yaşayamadıklarını yaşayacağı sonsuz güzelliklere gitti benim yavrum...

Evet, bu düşünceyi çok sevdim...

Doğum günün kutlu olsun benim melek yavrum... Seni çok sevdiğimi bir an olsun aklından çıkarma...

Seni özlemle kucaklayan Annen...

  
643 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın