Mayalar M.S. 300’lü yıllarda imparatorluklarını kurmuş olan bir Orta Amerika toplumudur. Paleolitik çağ (yontma taş devri) teknolojisine dayanan, tekerleği bile tanımayan Maya Uygarlığı, yaşadıkları bölgeyi anıt mezarlar, görkemli tapınaklar ve gözlemevleriyle süslemiştir. Mayalar, gezegenimizin hiçten bir uygarlık kuran, geçmişi pek çok bilinmeyenle dolu, astronomi üzerine geniş bilgiye sahip gizemli ırklarından biridir. 133 yıl önce, John L. Stephens ve Frederic Catherwood, ilk keşiflerini Honduras’ta Kopan Köyünün yakınlarında, büyük zorluklarla yaptılar. İki yıl sonra yeni bir keşifte bulunarak bunun hakkında bir kitap yayınladılar. Bu kitap dünyada büyük yankılar yaptı, çünkü Amerika’da o güne kadar bilinmeyen bir uygarlık keşfedilmişti. Ve bu keşfin belki de en önemli yanı, Mayaların İspanyol istilasından önceki zamanlarda akıllara durgunluk verecek bir seviyeye erişmiş olmasıydı.
Güney Amerika’nın en çarpıcı özellikler taşıyan medeniyetlerinden biriydi MAYA. Maya uygarlığı en parlak döneminde yani 987 ve 1511 yılları arasında Guetamala’dan Meksika’ya kadar yayılmıştı. Mayalar henüz tekerleği bile tanımıyorlardı ama geride zamanımıza kadar gelen inanılmaz derecede yüksek seviyede bir uygarlık bırakmışlardı. Mayalar astronomide, matematikte, tıpta, eczacılıkta, fizik ve kimyada şaşırtıcı ilerlemeler kaydetmişlerdi. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Günümüz bilim adamlarının büyücü olarak nitelendirdikleri İnka ve Maya operatörlerinin yaptıkları beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bugünkü tıp ancak erişebilmektedir. Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı, kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibaretti. Kafatasının özellikle tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında kişiye herhangi bir uyuşturucu madde vermeye bile gerek kalmıyordu.
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan en ünlü örnek Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Sıfırı ilk defa yaratan ve hesaplarında sık sık kullanan Mayalar matematiğe karşı bir çeşit tutku duyuyorlardı. Bazı hesapları 64 milyonu , bazıları da 400 milyonu kapsıyor ve bütün bu hesaplar Venüs yılını , Dünya yılını hatta Ay yılını ve TZOLKİN diye adlandırılan 20 şer günlük 13 ayı olan Kutsal Yılı ölçmek için kullanılıyordu.
Mayalar zamanı devirlere ayırmışlardı. 7200 günlük, 144,000 günlük ve 64 milyon yıllık devirler gibi. Rakamlar Maya toplumu için dini ve bilimsel bir önem taşıyordu. Gezegen hesaplarından tapınakların inşasına kadar takvim her şeyin ölçüsüydü. Tapınakların inşası, yapılacağı yerin seçimi, binanın yüksekliği takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre , belirli bir tarihte ve yerde yapılıyordu.
Bu astronomik takvim Maya uygarlığının sosyal, kültürel ve dinsel yaşantısını yönetiyordu. Astronomi ise temel bir ölçü olmuştu. Ama neden Maya toplumuyla uzay arasında böyle bir bağlantı vardı?
Tekrarlanan sembol gökyüzünden uçarak gelen, insanlara bilgi ve barış getiren, görev süresi sona erdiğinde ise yeniden geri döneceğini vaat ederek, uçan gemisiyle göklerde uzaklaşıp kaybolan Tanrı motifidir.
Meksika yerlileri Toltekler ve Mayaların benzer türdeki bir başka Tanrısı da Uçan Yılan KUKULKAN ya da KUETZALKOLT idi. Efsaneye göre Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan’a gelmiş, burada on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti.
1935 yılına gelindiğinde Palenque’de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri, arkasından ateş fışkıran garip bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi alete uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Tanrı Kukulkan’ı böyle görmüşlerdi.
Yapılan araştırmalar Maya ve inkalar’ın beyaz Tanrılarının kullandığı uçan makineleri tapınaklarında, el yazmalarında şemaları ve açıklamalarıyla ayrıntılı olarak anlatıp çizdiklerini gösteriyor.
Troano, Magliabecchiano, Dresde el yazması gibi eserler bu gün dünyanın başlıca ulusal kitaplıklarında saklanırlar. Perez el yazması ise 1863 de Paris’te kraliyet, şimdiki adıyla Ulusal Kitaplığında bulunmuş, araştırmacı-yazar Robert Charroux’un yorumlamaya çalıştığı önemli bir belgedir. Charroux el yazmasında esas olarak şu sonuçları çıkarmıştır:
• Gökyüzü • Uçan makine • Havalanmak üzere olan nesne • Venüs gezegeni • Buhar gücünü kullanan efendi • Buharın çok güçlü efendisi • Güneşe doğru uçuş • Işığı kullanan bir güç • Yeryüzünün üzerinde uçuş.
Maya Takvimi-Maya Mühendislik Çalışmaları-Palenque Mezar Taşı:
MAYA TAKVİMİ
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan bu ünlü Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da Ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Maya Gözlemevi:
Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Dünyayı ve Venüs gezegenini ilgilendiren esrarengiz bir takvimdir bu. İnce ve eksiksiz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Maya rahipleri, Venüs’teki yıl süresini 584 gün olarak hesaplamıştır, bununla da yetinmeyip Ay’ın takvimini de çıkarmışlardır. Gerçekten de kusursuz… Mayalar aynı zamanda “0”(sıfır)’ı ilk keşfedip kullananlardır.
Mayalar zamanı 7200 günlükten başlayıp 64 milyon yıla kadar ulaşan devrelere ayırmışlardı. Elbette bu sayı bolluğu dini ve bilimsel bir önem ve değer taşıyordu; gezegenlerden tapınakların inşasına kadar, takvim her şeyin ölçüsü sayılıyordu. Her tapınağın inşası, yapılacağı yerin seçiminden binanın yüksekliğine kadar takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre, belirli bir yerde yapılıyordu.
Mayalar Uranüs ve Neptün’ün varlığını nereden biliyorlardı? Venüs, Uranüs, Neptün gibi gezegenleri ölçen bir takvim acaba neden dini binaların inşaatını yönetiyordu? Astronomi neden bir ölçü sayılıyordu? Ya da başka bir deyişle, Maya toplumuyla uzay arasında ne gibi bir bağlantı vardı?
Bugün Çiçen Itza, Tikan, Copan ve Palenque’deki bütün inşaatların bu akıl almaz takvime bağlı olarak yapıldıkları ispatlanmıştır. Mayalar piramitleri ihtiyaçları olduğu için yapmamışlardı; tapınakları ihtiyaçları olduğu için kurmamışlardı. Bütün bu görkemli binalar, takvim her elli iki yılda, belirli sayıda basamaklar yapılmasını emrettiği için yapılmışlardı. Yani her taş takvimle bağıntılıydı ve bitirilen her bina belirli astronomik gereklere kesinlikle uyuyordu.
Mayaların el yazmalarından çok az şey kalmıştır. İspanyol istilası sırasında Piskopos Diego de Landa’nın yazdığı “Yukatan Olayları Raporu” adlı kitapta Mayalar’ın kendilerini, doğudan gelen, denizin dibinde kaybolan esrarengiz bir ülkeden kaçan Tanrısal bir ırkın torunları saydıklarını öğreniyoruz. Aynı şekilde büyük saygı gösterdikleri Uçan Yılan Kukulkan da doğudan gelen, yeryüzündeki işini bitirdikten sonra uçan bir gemiyle yıldızlara dönen, Venüs gezegeninin simgesi kabul edilen beyaz tenli bir Tanrıdır.
Denizin dibinde kaybolan Atlantis mitosunun izleri burada da karşımıza çıkıyor. Mayaların bu inançlarına bir de Tanrıların geri dönme ihtimalini eklersek, astronominin bitmez tükenmez matematik hesaplarının nedeni belki anlaşılmış olur. Rahipler gerçekten tanrıların dönüşünü bekliyorlardı (İnkaların Virakoka’nın dönüşünü bekledikleri gibi). Takvimde hesaplanan devre bitince, tapınaklar tamamlanınca Kukulkan dönecekti.
Ancak M.S. 600 yıllarında tam anlamıyla akıl almaz bir şey olmuştur! Ansızın, gözle görülür bir nedene dayanmaksızın, bu insanlar büyük güç ve sabırla yaptıkları şehirleri, zengin tapınakları, birer sanat eseri olan piramitleri, heykellerle çevrili alanları ve çok geniş stadyumları terk edip gitmiş ve çok daha az verimli topraklara sahip Yukatan’a yerleşmişlerdir. Binalar, caddeler ve bütün taş işleri ormana karışarak yıkıntı haline gelmiştir. Ve hiçbir yerli bir daha o bölgeye dönmemiştir.
Gerçekten de Maya İmparatorluğuyla ilgili cevaplardan çok onu çevreleyen bir gizem söz konusudur. Mayalar, aslında kayboluşlarının nedeniyle ilgili arkalarında en ufak bir iz bırakmadan ortadan kaybolan yeni dünyanın tek uygarlığıdır. Sahip oldukları gelişmiş mimarlık bilgilerini nasıl edindikleri, astronomi ve sayı sistemleriyle ilgili ileri bilgileri nasıl elde ettikleri ise tam bir bilmece. Günümüz arkeologları dahi Mayaların yok olmalarıyla ve Maya sayı sistemi ve hiyerogliflerinin anlaşılmasıyla ilgili çelişkili teoriler öne sürmekteler
MAYA MÜHENDİSLİK ÇİZİMLERİ
1974’te Dr.Hugh Harleston Jr., rölyefteki aygıtın çok canlı bir açıklamalı çizimini ve ayrıntılı bir analizini yapmıştır. Özetlenmiş analiz sonuçlarını aşağıda bulabilirsiniz:
Resmedilen kişinin öne doğru eğilmiş pozisyonu, bugün bildiğimiz gibi, yüksek hızda yolculuk eden birini temsil eder. Bu hareketten yola çıkarak, heykeli mekanik ve mühendislik görüş açısından analiz edebiliriz. Bunun için de çizimi parçalarına ayırarak her bir parçanın olası hareketini düşünmeliyiz. Bu şekilde 1300 yıldan daha eski olması muhtemel bu taş parçasının,aslında Dünyada hatta belki de Evrende mümkün olmasını düşündüğümüzden çok daha uzun bir süre önce bir uzay yolculuğu olayını ne şekilde kaydetmiş olabileceğini inceleyebiliriz.
Uzay Gemisinin Parçaları
Oymadaki hareket kavramını sistematik bir biçimde gözümüzde canlandırmak için görüntüyü farklı parçalarına bölelim. İşe, uzay gemisini oluşturan parçaları inceleyerek başlayalım :
• Uzay gemisi veya uzay modülünün haçlı kısmı veya tepe bölümü;
• Uzay gemisinin motor bölümünü çevreleyen kısmı veya tabanı;
• Uzay gemisinin motor bölümü;
• Tüm figürün üzerinde oturan, genel olarak “kuş” diye söz edilen bölüm
Resmedilmiş örneklerde de gösterildiği gibi, uzay gemisi bölümlerine ayrılarak incelendiğinde, her bir kısım kendi dizaynının mantığını yansıtıyor, her öğe belirli bir amaca hizmet ediyor görünüyor.
Uzay gemisinin ayrıntılı bölümleri ve parçaları incelendiğinde pek çok şey açıklığa kavuşuyor: yapının içinde eksen noktaları ve bağlantıları olduğunu görüyoruz; özellikle de motor bölümünü çevreleyen kısımda. Bu da gösterilen farklı parçaların beli başlı baltalarla birlikte döndürülebileceğini belirtir.
Bu bölüm, diğer yazarların da belirttiği gibi, astronotun kontrol panelinin önünde oturarak kokpitin penceresinden derin uzaya doğru bakıyor olduğu uzay gemisinin kumanda modülüdür. Burada görüyoruz ki; yapının yan bölümleri, kollar veya duvarlar, aşağıdaki çizimde de gösterildiği gibi, eksen kolları üzerinde dışa doğru açılabilmektedirler.
PALENQUE MEZAR TAŞI
1952 yılında Meksikalı arkeolog Alberto Ruz Meksika’da Chiapas bölgesinde bulunan “Palenque Yazıtları Tapınağı” içinde bir yeraltı mezarı keşfetti. Tapınağın girişindeki 620 yazıtı deşifre eden bilimadamlarına göre burası Kral Pakal’ın mezarı olmalıydı. Sembollere göre Palenque’de doğmuş, 12 yaşında Maya İmparatorluğu’nun başına geçmiş ve 80 yaşında ölene dek 65 sene boyunca görevinin başında olmuştu.
Mezarının en ilginç tarafı üzerindeki kapak taşıydı. Lahit, 5 ton ağırlığında, 3.80 m. uzunluğunda, 2,20 m. genişliğinde ve 25 cm. kalınlığındaki bir taşla örtülmüştü ve bu taşın üzerinde de son derece enteresan bir oyma vardı.
Palenque Taşı
Şeklin ortasında, gövdesinin üst bölümü motosiklet yarışçısı gibi eğilmiş bir insan görülmekteydi ve tıpkı rokete benzeyen bir araç kullanıyorlardı. Araç ön bölümünde ince bir uzantı meydana getiriyor, biraz aşağıya inince kenarları çentikleniyor ve en altına doğru daha da genişleyerek, alevler püskürten bir roket biçimini alıyordu. Büzülmüş adam, elleriyle ne olduğu anlaşılmayan birtakım kotrol kollarını yönetiyor, sol ayağıyla da pedalımsı bir şeye basıyordu. Giyimi çok düzgündü ve kafasındaki başlıkla tıpkı bir antik çağ astonotuna benziyordu.
Bu rölyef kabartma M.S. 690 yılı civarına tarihlendirilmişti. Bu dönemde henüz hiçbir hava taşıtı yoktu; Rölyef üstündeki yazıtı inceleyen ilk arkeologlara göre, mezar Kral Pakal’a aitti ve üzerine resmedilmiş insan da Kral Pakal’ın ta kendisiydi. Ancak yapılan daha dikkatli incelemeler, öne sürülen tezlere çok farklı bir boyut kazandırdı.
Kalıntılar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyordu ki:
• İskelet Kral Pakal’a ait olamazdı. Pakal 80 yaşında ölmüştü, oysa buradaki kalıntı 40-50 yaşlarındaki bir adama aitti.
• Bu iskelet aynı zamanda kısa boylu, ufak tefek yapılı Mayaların soyundan gelen hiç kimseye de ait olamazdı, çünkü lahidin içinden çıkan iskelet 1,70 m. boyundaydı.
• Şehirde lahit kapağındaki rölyef kabatmaya son derece benzer başka taş oymaları ve yazıtlar bulunmuştu ve buradaki figürler aynı Palenque Taşı’ndaki adama benziyordu ve aygıtlarla dolu bir çeşit roketi ya da kapsülü kumanda ediyorlardı.
Palenque Taşı’nı mekanik ve mühendislik açıdan analiz edenlerden biri olan Charles William Johnson şöyle diyor:
Burada bizim yaptığımız; içinde bir figürün otururken görüldüğü aracın hareket ve basit mekanik kuralları açısından bir analizini yapmaktı. Araç parçalarının, oymanın kendisinde de belirtilen yönler doğrultusunda döndürülebileceğini gösterdik. Bu şekilde, araç kendine ait bir mantık kazanıyor; ki burada onu resmedenin bir uzay aracına oldukça benzeyen bir cisim çizdiğini görüyoruz. Yaptığımız çalışmalar neticesinde, aracın kalkış ve uçuş pozisyonlarını gösterdik. Ortaya çıkan çizimler, en azından bugün atmosferimiz dışına bir yolculuk olarak bildiğimiz bir durumu son derece açık bir biçimde ortaya koyuyor. Oysa, bildiğimiz kadarıyla Mayalar böyle bir yeteneğe ya da teknolojiye sahip değillerdi. Aslına bakılırsa, elimizde hiçbir antik uygarlığın böylesi bir yeteneğe sahip olduğuna dair bir ipucu yok. O halde, Palenque Taşı evrenin farklı bir köşesinden gelmiş başka varlıklar tarafından yapılan olağandışı bir ziyaretin kaydını temsil ediyor olabilir. Taş üzerine geçirilen bu kayıt, bir hürmet ifadesi olabilir. Ancak önemli olan bir şey varsa, o da kadim kültürler boyunca olayların diğer çağlara kalmasını sağlamak için taşlara kayıt edildiğidir.
Mayaların taşı oyma biçimleri, yaptıkları sanat eserlerinde ifade edilen astronomiye, matematiğe, geometriye, mineralbilime bağlı engin ve kesin bilgileri yönünden son derece karakteristiktir. Bilimsel bilgilerini sanat eserlerine aktarmalarındaki kesinlik, böylesi başarım standartlarını nasıl elde ettikleri hakkında hala merak uyandırıyor.
Olayların kayıtları taşlara herkes görsün diye oyulmuştu; sadece kendi nesillerinden olanların değil, gelecek nesillerin de görmesi için. Aslında, yaptığımız incelemelerden gördüğümüz üzere, bilginin bu şekilde kayıt edilmesinde onun öğrenilmesine izin vermek ve anlaşılmazlığını göstermek maksadı vardır. Aslına bakılırsa bilgi saklı değildi; o heykellere ve mimariye bu şekilde kilitlenir ve kodlanırdı. Bu öyle bir doğrulukla yapılır ki, onu inceleyen herhangi biri mantığını anlayacaktır. Bilgi herkes içindir; herkesin görmesi için oradadır. Bu, onun bakanlar için, onu görmek isteyenler için orada olduğu anlamına gelir.. Atalarımızın, herkesin üzerinde düşünmesi ve ondan bir şeyler öğrenmesi amacıyla yaptıkları ve bugüne dek ayakta kalabilmiş eserlerini tasarlama yöntemleri budur.Yorumlar - Yorum Yaz