YAHUDİ BANKERLER... İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası)'NIN KURULUŞU
Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında, çoğu İstanbul’da olmak üzere 78 kuruluş dokuma sektörünü oluşturuyordu. Bu sektörde yer alan elbise, çamaşır, kravat, gömlek, şapka ve buna bağlı olarak gelişen şemsiye yapımında Karakaş, Selliyan ve Margarit gibi büyük firmalar ile Anjel, Sigala ve Yeşula gibi Yahudi kuruluşları vardı.
‘’SİGALA VE ŞÜREKASI MAĞAZASI’’ ile ‘’HAYİM YEŞULA’’nın atölyeleri, bu sektörün önde gelen kuruluşlarıydı. Yeşula, gömlek ve kravatta İstanbul efendilerini giyindiriyordu. Kumaşların ince çizgileri gömlek olurken kalınları da pijamalık olarak ayrılıyordu. İzmir’deki dokuma imalatında ise, iki yahudi firma vardı. ‘’MOİZ VE AVRAM ANTİBİ KARDEŞLER’’ in fanila fabrikası o yılların 9 büyük firmasından biriydi (1898). Moiz Robeno ise, İstanbul Fincancılar Yokuşu’nda, perde krallığını ilan etmiş ve her evden içeri girmişti. Salkım saçaklı ve püsküllü perdeler, sadece İstanbul’da değil, diğer osmanlı kentlerinde de aranıyordu. Robenoların fabrikası, bu alandaki en eski kuruluştu(1887). Bu iki firma savaş sırasında bile, diğer 7 firma gibi kepenklerini kapatmayacak, azaltarak ta olsa, imalatını sürdürecekti.
İzmirli Avram’ın çeşitleri arasında, yün ve pamuklu şal, fanila, çorap ve çocuk elbiseleri vardı. İzmir ve İstanbul’daki bu fabrikalar, 64 çeşit tezgah ile donatılmıştı. Moiz Rabeno Alman, Antibi Kardeşler ise, Amerikan-Alman yapımı tezgahlara sahipti. 1915 yılı istatistiklerine göre, 4 fabrikada toplam 7 memur, 6 ustabaşı ve 82 işçinin bulunduğu görülüyordu. 1913 yılında ise 8 fabrikada 297 işçi çalışıyordu. Bu, yüzde 27.2’ye varan azalmaya neden, savaş koşullarıydı. Firmalarda çalışanların sayısı 24-33 kişi arasında değişiyordu.
Yahudiler sigara kağıdı imalatında da önde geliyordu. Selanikli M. Menaşi, İstanbul Çakmakçılar’da faaliyet gösteriyor, Moiz Kaon ve Avram Mayorkas bu alanın diğer isimleri olarak sivriliyordu (1910-1915).
Evliya Çelebi, döneminin mesleki dağılımını yaparken, ‘’Meyhanecilik’’ işini Rumlarla birlikte, yahudilere atfeder ve ‘’SİMSARLIK DA ONLARIN İŞİDİR’’ der.
Çelebi’nin bu yaklaşımındaki doğruluk payını, daha sonraki yüzyıllarda da görüyor ve aracılık işlerinde yahudilerin etkinliğine tanık oluyoruz. Avrupalılar’la temas konusunda Osmanlı müslümanlarına oranla, diğer azınlıklardan daha etkin bir konuma sahip olan yahudiler, mali konuların çözümünde akla gelen aracıydılar. Osmanlı Hükümetleri’yle, Avrupa devletleri ve yabancı tüccarlar arasındaki ticari köprüyü yahudiler kurmuştu. Ayrıca, Rumlar’la birlikte tercümanlık alanında başarılı oluyorlar ve bu işi kuşaktan kuşağa sürdürüyorlardı. Batı, yahudileri dışlıyorsa da, ticari ilişkide onlardan yararlanmayı yine de ihmal etmiyordu. Batılı tüccarlar, dil bilen ve her türlü sorunları çözümlemekte işinin erbabı olan yahudilerden her zaman hoşnut kalmışlardı. Bu vazgeçilmezlik özellikle, Venedikliler örneğinde ortaya çıkıyordu. Osmanlılar’la sorun olmadığında, işlerini kendileri çözümleyen Venedikliler, koşulların değişmesi durumunda, hemen devreye yahudileri sokuyorlardı. Venedikliler sadece İstanbul’a değil, Doğu Akdeniz limanlarına da yerleşmişti. Buralarda kalabalık bir koloni oluşturuyor ve deniz ticaretinde önemli bir alanı elde tutuyorlardı.
Barışın rafa kaldırıldığı dönemlerde, yahudilerden medet umuluyor ve Osmanlılarla ilişkiler, onların aracılığıyla sürdürülüyordu. Genelde, Türklerin başı ticaretle pek hoş değildi. Bunun yanı sıra diğer azınlıklarla boy ölçüşebilmek ve onların yararlandığı nimetlerden yoksun kalmamak düşüncesi de, yahudileri simsarlık ve aracılık işlerinde iddialı konuma getirmişti.
Yahudiler, gümrük işlerinde de ustaydı. Yabancı tüccar ve kaptanlar, Osmanlılarla ticarette gümrük işlerini halletmek için yahudilerden yararlanıyorlardı. Yahudilerle iş yapmak, vergiden kurtulmak demekti. Yahudilerle anlaşmalı olarak ticaret yapmak, hem gelir açısından yarar sağlıyor, hem de yahudilerin Osmanlı vatandaşı olmasından doğan ayrıcalıklar sayesinde işler daha hızlı yürüyordu. Bu nedenle, onların adlarıyla ticaret yapmak hayli yaygınlaşmıştı. Aslında, ticareti yapanlar yabancılardı, ama yahudiler, bu ticaretti üzerlerinden geçirmek suretiyle büyük çapta komisyon geliri elde ediyorlardı.
Venedikliler ve Osmanlılar arasındaki barış dışı gerginlikler ve savaşlar yahudilerin yararına olmuştu. Savaşlara rağmen (Girit veLiga Savaşları), İstanbul ile her türlü ticaret, yahudi tüccar kimlikleri altında eskisi gibi sürdürülmüştü. İstanbul ve Livorna bu ‘’paravanlı’’ ticaretin iki merkeziydi. Ticari ilişkiler ya akrabalar arasında ya da acentalar aracılığıyla sürdürülmekteydi. İstanbul yahudilerine, İngiliz ve Hollandalılar’ın desteği azımsanacak gibi değildi. Ancak, yahudilerin nakit gücüne ve ticaretteki ustalıklarına karşın gemileri yoktu. Bu yüzden, İngiliz ya da Venedikli tüccar ve armatörlerle ortaklık kurmak durumundaydılar.
Yahudiler, nakit varlığı bakımından çok güçlüydüler. Nakit sıkıntısı hisseden yabancıların, paraya dönük sorunlarını yine onlar hallediyorlar ve finansman olanaklarını, devlet yapısı konusundaki bilgileriyle pekiştiriyorlardı. Bu, çok büyük bir avantajdı ve yabancılar, bürokratik zorlukları hiçbir surette yahudiler olmadan aşamıyorlardı.
Saraya çok yakın olanlar, yahudilerdi. Mikas (Don Joseph Nassi) gibi, Sultanın çevresindeki büyük ticaret erbabından olmak kadar, sarayda hekimbaşı ve cerrah olabilmek ayrıcalığını da onlar taşıyordu. * nüfuzlu olmaları, farklı muamele görmeleri, doğal olarak diğer yahudi bireylerine de yansıyacaktı.
Simsarlık, aracılık bir bakıma diğer mesleklere göre daha kolaydı. Ya da, yahudiler bu alanda diğer iş kollarına kıyasla, daha büyük bir deneyim birikimine sahiptiler.
(*) Azınlıklar, Meslekler ve Yabancı Tücarlar, Robert Mantran, Tarih ve Toplum Dergisi Sayı 16, Nisan 1985- İstanbul
YAHUDİ BANKERLER
‘’ESHAM VE TAHVİLAT’’, yani ‘’MENKUL KIYMETLER ALIM-SATIMI’’, ilk zamanlar Galata Havyar Han’da ve çevre dükkanlarda başlamış, daha sonra bu faaliyet Komisyon han’a yönelmişti. Bu hanın üst katındaki salon, ‘’BORSA SALONU’’ haline getirilmiş ve çevre, bu işle iştigal edenlerin hücumuna uğramıştı.
GALATA BORSASI, 1874’de ‘’DERSAADET TAHVİLAT BORSASI’’ adıyla Maliye Nezareti’ne bağlanmıştı. 1865’te Havyar Han’da kurulan borsanın mensupları, aralarında özel bir yönetmelik de hazırlamışlar, ilk borsa komiseri görevini Abidin Paşa yüklenmişti. 1907’deki Nizamname’ye rağmen yine de yabancı uyruklu banker ve borsacılar genelde Galata Borsası’na egemen olmuşlardı.
Osmanlı Bankası, Galata Borsası’nın tek önemli finansman kaynağıydı. Galata sarrafları Osmanlı Bankası ile çalışıyordu. Ama ne var ki, kanlı bir baskın olayı yüzünden, banka tüm tediyeleri (ödemeleri) durduracaktı. Ermeniler bankayı sarmış ve şiddet eylemleriyle zor ve tehlikeli bir dönemi başlatmışlardı. Böylece sarayda etkili bankerlerin çabalarıyla borsada likidasyon (tasfiye) ilan edilmiş ve dört ay sürecek bi morotaryum başlatılmıştı (19 Ekim 1895). Bu sırada çok sayıda sarraf ve mübayaacı ya iflas etmiş, ya da işi bırakmıştı. Bunlar arasında yahudiler de vardı. Kriz, 1898’e kadar sürmüş ve Galata, Batı2nın da gözünden düşmüştü.
Enver Paşa’nın kararı ile, Birinci Dünya Savaşı’ndan gayrimüslimler dahil, tüm Osmanlı uyruğu askere alınmıştı.
Sarraflar ve bankerler asker olmuştu. Para ve değerli kağıt tutan eller, artık silah tutuyordu. Galata ve Beyoğlu birahaneleri ile kahvelerinde, borsa fiyatlarını gözleyen ve tartışan insanlar yoktu artık.
Mevziler değişmiş, tezgahların yerini siperler almıştı. İttihat ve Terakki 1917’de Galata Mertebani Sokağı’nda borsayı faaliyete geçirmişti. Böylece, Borsa kontrol altına alınmış gibi görünüyor, ama yolsuzluklar da durmak bilmiyordu.
Osmanlılar 1918’den itibaren yenilginin ayak seslerini duymaya başlamışlardı. Halk borsaya hücum ediyor, azınlıklar da, fırsatlardan alabildiğine yararlanıyordu. Yunanistan’ın amacı, Osmanlı parasının değerini düşürmekti. Birinci yol, Rumlara kredi açmak ve İstanbul’daki mülklere el atmak oldu. Operasyon, Atina Bankası kanalıyla yürütülüyordu. Yabancı bankalar ile bazı bankerler de buna destek vermişti. Türkler bu kriz içinde evlerini satıp, Anadolu ve Avrupa’ya göç ediyor, tüccar ve esnaf kredi almaktan yoksun kaldığı için zor duruma düşüyordu. Yabancılara ve azınlıklara olan borçlarını kapatamaz durumda kalanlar batıyor ve piyasadan çekiliyordu. İcralar ile, haraç mezat satışları, kepenklerin kapanmasını izliyor ve tam bir ticari anarşi yaşanıyordu.
Daha önceki yıllarda ‘’ROTHSCHİLD, PERERİA ve ALEON’’ gibi finans dünyasının önde gelen isimleri, bir ayaklarını İstanbul’un ticari zenginliğine uzatmışlardı. ALEONLAR, Büyükada’daki köşklerinde yaşıyordu ve başlarında ‘’FES’’ vardı!..
ABRAHAM KAMANDO, borsanın ilk krallarından biriydi. Bu bankerin terekesinde 176 emlak vardı (1918). Bunların en küçüğü 50 odalı bir handı. Onun ölümünden sonra oğlu İshak, işleri devir almış ve çalkantılar sırasında Paris’in yolunu tutmuştu. İshak Efendi 1910 yılında Paris’te öldüğü zaman, sanat dünyasına eşsiz bir antika ve tablo koleksiyonu bırakacaktı…
Fransa, İshak Efendi’nin kadirşinaslığını asla unutmadı ve onun bıraktığı 60 parça tablo ve antikayı Louvre Müzesi’ne taşıttırdı. O günkü hesaplamalar, müzeye kaldırılan parçaların, Osmanlı genel borçlarının dörtte birini karşılayacak durumda olduğunu göstermişti. Bugün Mahmutpaşa’dan geçenler, Başakspor klubünün bir katını lokal olarak kullandığı ‘’KAMANDO HAN’’ına bakıp, onca çıplaklığın içinde, LOUVRE’daki ABRAHAM zenginliğini düşünebilirler…
Banker Zarifi, iş paraya geldi mi, ‘’zarif’’ değildi. 1877-78 Savaşı’nın ardından İstanbul’u işgale yönelik ilerleyiş, doğal olarak ticaret erbabını da endişelendirmişti. Rusların ilerleyişinden tedirginlik duyanların başında, Galata bankerleri geliyordu. İşin vehametini onlar daha çabuk anlamışlardı. Tek çare, hükümete yardım etmekti. Bu nedenle, Osmanlı İmparatorluğu’nu ekonomik yönden ayakta tutmak için bankerler, aralarında toplanarak bir birlik kurmaya karar verdiler. Birliğin başkanı BANKER ZARİFİ EFENDİ oldu. birlik, Osmanlı Hükümetine altı önemli maddeden alınan rüsum (vergi) karşılığı borç vermeyi onayladı. Bu kredinin getirdiği olanaklar ise büyüktü. Osmanlılar, Ruslara verilecek mali tazminatı finanse etmek olanağına kavuşuyor; ayrıca sürüp giden savaşların finans kaynağı da bulunuyordu. Olumsuz yönleri tartışılmakla beraber, 1877-78 bozgununun mali yaralarını Galata Bankerleri’nin sardığı kabul edilmiştir. Banker Zarifi’nin işte en ‘’zarif’’ olduğu dönem, bu dönemdir. Zarifi Efendi ‘Tarabya’daki konağından bu harekatı yönetmiş ve diğer bankerlere de şunu anlatmak istemişti:
‘’Osmanlı’da ticaretin var olması, ancak Osmanlı’nın var olması ile mümkündür…’’
facebook/
Yorumlar -
Yorum Yaz