Masal/Şekerleme uğruna Gül'den vazgeçen kral... /Bilge Altun Zamanın birinde kötü ruhlu insanların çekindikleri merhametli bir kral varmış. Kral’ın elinde hiç solmayan bir de Gül’ü varmış. Bu gülün anlamı vatanmış… Kral’ın atalarından miras kalan bu Gül’ün gücü herkesçe bilinirmiş. Bu yüzden de tüm düşmanların gözü o Güldeymiş… Bir gün Kral, aniden hastalanmış. En inandığı vezirini yanına çağırarak vasiyetini açıklamış. “Ben ölüyorum, çok az bir zamanım kaldı. Benim ölmem çok önemli değil. Önemli olan Gül’ün korunması. Yaşadığın sürece, Gül’ü kendinden bile koruyacaksın. Gül narindir. Herkesin gözü ondadır. O’na bir kez dokunduğunda, ilk olarak dokunulan yaprağını döker, sevmez vatanına dokunanı, kirletti deyip üzerinden atar. Benim varisim yok. Benden sonra gelecek olan kral, eğer bir gün, bir dünyalık karşılığında Gül’ü, birilerine verirse, bilsin ki, O kral, gülle birlikte yok olacaktır! Gül’e bu şartlarda sahip olan, bir daha gün yüzü görmeyecektir! Bu Gül’ü, yani vatanını satanı, bu topraklar kendi kökleri içinde ezecek ve bir mahlûk olarak atalarının karşısına dikecektir!” Tüm bunlar olurken ülkenin birinde sahte sevgi pırıltıları gösteren kötü kalpli bir kraliçenin, olanları sinsice izlediğinden ve sıranın kendisine gelmesini beklediğinden saraydaki Kraliçe’nin casusları ve merhum Kralın veziri dışında kimsenin haberi yokmuş. Kraliçe, Gül’e sahip olduğunda, gittiği her ülkeye sahip olacağını bildiğinden, ne kadar iyi kalpli biri olduğunu göstermek adına saraya vezirleri aracılığı ile çeşitli hediyeler göndermeyi de bu arada ihmal etmiyormuş. Gel zaman git zaman, komşu ülke krallarının vezirleri, özellikle de Kraliçenin şövalyeleri sinsice saraya yerleşmeye başlamış. Merhum Kral’ın inandığı veziri ise, gözlerinin önünde gelişen tüm bu olayları şimdilik sessizce izlemekteymiş. Hedeflenen planın farkında, tıpkı diğerleri gibi 33. Kral’ın kim olacağını bekliyormuş. “Evet, sihirli Gül’e sahip olacak kişi O olmalı! O, tam bir şekerleme ve lokum düşkünü. Bu sebeple O’nu kandırmak çok kolay!” “Olmaz!” der diğeri, “Şekerleme ve lokum bitebilir, bitince Gül’ü yeniden ister. Hem bizim binicinin nesi var? At dostudur, bütün gün at binerken bizde hazineye konarız.” Kraliçe’nin vezirinin gözleri parlar. Bu ikisi hem dost, hem düşman olurlar. Birini vezir, diğerini Kral yapalım. Biri, Kral’ı sırf sinir etmek için Kral’ın şekerlemelerini çok sevdiği atına verirken, diğeri nefret edecek ama onun gibi binici olmayacağını düşündüğünden seyahatlerinde kendini güvende hissedecek… Diğer vezirler, bu müthiş plan karşısında kadehlerini keyifle tokuşturmalarından kısa süre sonra Şövalye Missing Rose ülkenin 33. Kral’ı olur. Merhum Kral’ın veziri Gül’ü gönülsüzce Kral’a uzatır ve O’na merhum Kral’ın vasiyetini hatırlatacakken, 33. Kral, biniciye dönüp “Bu rezil, aklınca bana akıl veriyor, atın bunu zindana, orada biraz kalsın ki büyük kimmiş anlasın!” der… “Üç gün içerisinde yapabileceğinizin şekerleme ve lokumların en fazlasını yapıp, saraya getireceksiniz!” Tüm şekerlemeler hazırlanır ve komşu ülkenin kralına doğru yola çıkar. Sonunda saraya vardıklarında, kapıda elinde gülüyle yeni kral ve binici, Kraliçe'nin adamlarını karşılar. Şekerlemeleri görünce deliye dönen kral ve binici, hemen vezirin yanına koşarlar ama Kraliçe’nin veziri onları durdurur. Vezir: “Hayır efendilerim!” der. “Bunlar sizlerin ama bir tek şartımız var. Biliyoruz ki o gül, sizlere ilk atanızdan yadigâr, o gülü bize vermeniz karşılığında buradaki her şey sizlerindir. Kraliçe’m birazdan burada olacak ve sizden bizzat gülü teslim alacak.” “Hem de ömrünüz boyunca Kral’ım” der Kraliçe. Kral ve binici, iyice gözlerini kamaştıran şekerlemelere daha fazla dayanamazlar ve Gül’ü Kraliçe’ye adeta fırlatıp, şekerlemelere doğru koşarlar. Heyecan içinde tüm çuvalları devirip, şekerlemeler içinde yüzerken çığlıklar atarak yemeye başlarlar. Kilolarca şekerlemeyi kısa sürede tüketirler. Biran yedikleri şekerleme ve lokumlardan yorulduklarında şaşkınlıkla etraflılarına bakarlar. Bulundukları yer, az önce oldukları yer değildir. Karanlık, kasvet her yanı kaplamıştır. Sanki güneşin üstü kalın, siyah bir örtüyle kaplanmış gibidir. Şekerlemeler az sonra erimeye başlar, ellerine attıkları her şeker tanesi, yoğun kirli bir suya dönüşür, her bir şekerlemeden çığlıklar duymaya başlarlar. Şekerlemeler eridikçe altlarındaki toprak biraz daha çöker. Kıpırdamaya çalıştıkça daha bir batarlar derinlere. Kral, biniciye “Kurtar beni!” diye yalvarır. Binici, “Ben kendimi kurtarma derdindeyim, ölmen umurumda değil, hem sen ölürsen Kral ben olurum, neden kurtarayım?” der. Toprak daha bir çöker bu sözlerin ardından. Kral ve binicinin olduğu yer sanki mezarları olmuşçasına iyice derinlere doğru onları çeker. Az sonra ikisinin de bedenlerini kökler sarmaya başlar. Her bir kök dile gelir. “Kendiniz için, köklerinizi unuttunuz! Kendiniz için köklerinizi sattınız!” Kökler boyunlarına dolanmaya başlar. Artık nefes alamayacak hale geldiklerinde Kral, mahzene kapattığı, merhum Kral’ın vezirini görüp “Kurtar beni” diye yalvarır vezire. “Hayır, beni kurtar!” der binici. “Eğer beni kurtarırsan, sana altın, zümrüt, yakut, para, kazandığım her şeyi vereceğim!” Merhum Kral’ın veziri hiddetle bağırır: “Hangi kazandıklarınız?! Ne yaptınız, ne kazandınız?! Hem sizler kendi istekleriniz, aç gözlülüğünüz uğruna en kutsal Gül’ü vermediniz mi?! Gül, bu vatandı! Gül, binlerce kefensiz yatanların toprağının kokusuydu! Gül, doğmamış evlatların yoluydu! Gül, gelecek neslimizin nuruydu! Siz aptallar, ölürken bile bunun anlamını bilemeyeceksiniz ama O, bugünün, sizler gibi hainlerin geleceğini çok iyi biliyordu!..” |
587 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |