Toprak öyle bitip tükenmez /dağlar öyle uzaktasanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. ... Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan toprak, toprak ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri
ince küçük çeneleri kocaman gözleriyle; anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde tütünde odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar yürüyordu, Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.